8 Mayıs 2016 Pazar

TOTEM

   Tek bir an vardı, hissedip hissedebileceğim en yüce duyguyu hissettiğimi biliyordum ve o anı ölümsüzleştirmeye o kadar çabuk karar vermişitm ki bunun için ilk aklıma gelenden öncesini yaptım ve bu anı öldürdüm. Evet, bilen kişi ben'di ve hemen o anda, daha fazla mükemmelleşemeyeceği anda ürperdi. Her şey paramparça olmuştu, düşüncenin fısıltısıyla zaman kendini gösterdi, yasak meyvenin içeriği bir kez daha sırra kadem bastı. Çok çabaladım o anı hatırlamak için. O anda orada olan birine yükledim ilk, en mantıklı seçenek oydu, çünkü mantık kullanabiliyordu. Ancak aradan geçen uzun zaman sonra o kişinin bana hissettirdiklerini o günkülerden farklı görmeye başladım. Fısıltı tekrar duyuldu, o anın sorumlusunun o kişi olmama ihtimali bana hatırı sayılır bir yüzde olarak görünmeye başladı. Arayışıma devam ettim ama o anda bulunan diğer görselleri mantığıma uyduramıyordum. Masada duran vazonun veya televizyon kumandasının bir büyüsü olamazdı bu. Arayışım dünya zamanıyla tam üç yıl sürdü, yaşlandım. Aradığımı bulacağıma olan inancımın git gide azaldığını fark ediyordum çünkü hayal kırıklığım neredeyse bana ne aradığımı unutturacak kadar büyüktü. Sırasıyla geçen anların hepsinden küçücük bir umut kadar azı, bana 'o an olmayan' olarak gözüküyor, hemen o an da kalan küçücük umutla kıyaslanıyor ve kocaman bir tiksinti olarak kalıyordu. Aklıma ilk gelen 'neyin bu kadar küçücük bir parçası diğer her şeyi bu kadar çirkin gösterebilir?' sorusu değil de, 'bu duygudan daha da kötüsü ne olabilir?' sorusu geldi. İntihardı o son umut. Ancak mantığım hızını almıştı; uğruna arayışa çıktığım andan kalan tek gerçeklik benim bedenimdi ve ben uçurumdan aşağıya bakıyordum. Ve işte tam o an, tam da uçurumun derinliğinde o ürpertiyi hissettim. Herhangi bir maddesi olmayan en muhteşem korkuyu... O anın hemen sonrasında hissettiğim ürpertiydi bu, hiçliğin ürpertisiydi, her olanın üzerindeki ateşli kılıçtı, alnımızdaki nişandı... Korku, zirvesinde kendi kendini tüketti, aynı o muhteşem anın kendi kendini tükettiği gibi... O eski muhteşem anın ölmüş olma ihtimali neyse, ölümün içinde hiç korku olmama ihtimali de oydu. Ve işte, yine, daha öncesi hiç yokmuş sonrası da olmayacakmış gibi, an buradaydı. Birlik vardı, uyum vardı, kabul vardı, her şey vardı bu anda, bir tek zaman yoktu. Hiçbir parçası diğerinden güzel veya çirkin değildi, hepsi görüntüde birbirinden farklı olduğu kadar birbirine eşitti; sıradanlığından mükemmellik akıyordu. 'Ben hep buradayım' der gibiydi ama fısıltı 'hep' kelimesi yerine 'her zaman'ı tercih etti. Gözlerimden yaşlar boşanırken bu anı bir fizikselliğe hapsetmem gerektiğini farkettim, bir toteme ihtiyacım vardı...