27 Haziran 2014 Cuma

Perfect Sense - 2011


Film Süresi : 92 dk.
Film Türü: Romantik,Drama,Bilim-Kurgu  

   David Mackenzie'nin yönettiği,Türkçe'ye talihsiz bir biçimde 'Yeryüzündeki Son Aşk' olarak çevrilen Perfect Sense ilk olarak 2011 Sundance Film Festivali'nde gösterildi. İskoçya'nın bir kenti olan Glasgow'da çekilen bu filmin başrolünde Obi-Wan Kenobi'ye bile sempati duymamı sağlayan Ewan McGregor (Star Wars,Trainspotting,Beginners) ile hayran olduğum Eva Green (Dreamers,Dark Shadows,Casino Royale) var. Hatta bu filmi izlememdeki en önemli etken bu iki oyuncu diyebilirim. Ayrıca Game of Thrones'da Stannis Baratheon olarak izlediğimiz Stephen Dillane'ı da bu filmde görebiliyoruz.

   Susan (Eva Green) erkeklere karşı önyargıları oluşmuş, işini özel hayatının üstünde tutan soğuk görünümlü bir doktordur. Bir gün Stephen'ın (Stephen Dillane) çağrısıyla hastaneye giden Susan, hastanın koku duyusunu kaybettiğini öğrenir. Bütün dünyada aynı şikayet gitgide yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu esnada Susan evinin alt kısmındaki restoranda şef olan Michael (Ewan McGregor) ile tanışır. Michael da kadınlara bağlanma konusunda problemleri olan bir erkektir. Susan'la geçirdikleri bir geceden sonra ikisinin de koku alma duyusu kaybolmuştur. Çok geçmeden insanlık tat alma duyusunu da kaybeder. Kimisi bunu bir salgın olarak yorumlarken, kimisi de dünyanın sonunun geldiğini düşünmektedir. Dünya bir kaosa doğru sürüklenirken çiftimiz daha da yakınlaşır. Daha sonra diğer duyulardan sadece bir tanesi kalana kadar bu şekilde devam eder. Susan'la Michael bütün bunlara rağmen birbirlerini kaybetmemeye çalışır.

Kişisel


   Konuya giriş şekli biraz acele olsa da en beğendiğim duygusal filmlerden biridir. Bilim-kurguyla duygusallığın bu kadar güzel birleştiği sayılı film olması da bu filmi baya özel yapıyor. Özellikle yukarıda resmini paylaştığım sahne ve duyu kaybından önceki duygu patlamaları çok çok başarılı. Ayrıca soundtrack olarak Max Richter çok başarılı iş çıkarmış.
  Film insanın kendisine 'dünyanın sonu geliyor olsa  ne yapardın?' gibi bir soru sordururken, hemen hemen herşeyin değerinin malesef kaybedilince anlaşıldığını hatırlatıyor.
  İnsanlar yapmacık yaşayıp doğallık arar. Doğal davranan insana aşık olur,doğal ortamda kendini rahat hisseder. Bu filmde de doğallık çok ön planda olduğu için seveceğinizi düşünüyorum. Filmden sonra gaza gelip eski sevgilisini arayanların olması muhtemeldir. İyi seyirler..




   Bu Filmi Beğenenler İçin

                 

25 Haziran 2014 Çarşamba

Don Jon - 2013


Film Süresi : 90 dk.
Film Türü : Komedi,Drama,Duygusal

     Birçok kişinin sadece komedi,belki biraz da duygusal olarak nitelendirdiği,ancak önemli miktarda dramaya sahip olan Don Jon ilk olarak 18 Ocak 2013'te Sundance Film Festivali'nde görücüye çıktı.Oldukça olumlu eleştiriler alan bu filmde son yılların en önemli aktörlerinden Joseph Gordon-Levitt (Inception-Dark Knight Rises-500 Days of Summer) hem yönetmen hem de başrol oyuncusu konumunda. İlk kez film yönetmenliğini üstlendiği bu filmde kendisine Scarlett Johansson (The Prestige-The Avengers-Lost in Translation) ve Julianne Moore (Hannibal - Crazy,Stupid,Love) eşlik etmektedir.
 
    Jon (Joseph Gordon-Levitt) hayatını belirli bir  ritüele oturtmuş,cinsel hayatında da baya aktif bir arkadaşımızdır.Ailesinin, dini inancının,arkadaşlarının,arabasının,kızların ve pornonun hayatında ayrı ayrı yerleri vardır. Hatta pornografiye olan bağımlılığı öyle ileri derecededir ki,cinsel hayatında bir türlü beklediği tatminkarlığı elde edememektedir. Bir gece yine arkadaşlarıyla dışardayken 'hayatında gördüğü en mükemmel şey' olarak nitelendirdiği Barbara'yla (Scarlett Johansson) tanışır. İstediğini elde edemeyen şımarık çocuğumuz aşık olduğunu zannederken Barbara Jon'a tasmasını takmıştır bile. Bir gece Jon'un porno izlerken yakalanmasıyla başlayan sıkıntılar kesilmez. Sonunda Barbara ilişkiye noktayı koyar ve Jon kendini ciddi bir depresyonun içinde bulur. İşte burda Esther (Julianne Moore) sahneyi alır ve bize sosyal hayatın bu kadar fantastik olmadığını gösterir.
   Jon'un kızkardeşi ve babası hakkında da birşeyler yazmazsam olmaz. Bütün film boyunca telefonuyla oynayan bu ergen bebe hakkında erken yargıya varmayın. Ayrıca Jon Sr. (Tony Danza) filmin en komik karakteri olabilir.

Kişisel

     Evet beyler ; 'Ayy ne kadar abartmışlar.Aşkım sende porno izlemiyorsun herhalde ?' sorusuna 'Saçmalama hayatım.' cevabını verdikten sonra bilgisayarlarımızdaki DNS ayarlarını orjinal haline döndürmeyi düşünebiliriz herhalde? Hiç Issız Adam filmindeki gibi 'herife bak,aynı ben,her gece birini götürüyor.' tribine girmeyelim.
   Her ne kadar erkek merkezli bir film olsa da 'aynasına aşık ciciş' sınıfına giren bazı kızlarımız da Barbara'da kendilerini görebilirler. Siz de özgüven patlaması yaşamayın rica ediyorum. Kimse böyle bir insana gerçekten aşık olmaz.
   Filmin belli yerlerinde ciddi şekilde sesli güldüm. Baya eğlenceli bir film olmasının yanında hayatın bir sosyal-fantastik oyun olmadığını çok güzel bir şekilde gösterdiğini düşünüyorum.Olmuş bu film.




Bu Filmi Beğenenler İçin


23 Haziran 2014 Pazartesi

Into the Wild - 2007


Film Süresi : 148 dk.
Film Türü : Biyografi,Drama

     Film 1968-1992 yılları arasında yaşayan Christopher McCandless'ın hayat hikayesidir. 1996'da John Krakauer tarafından 'Into the Wild' adıyla kitaplaştırılan McCandless'in yaşamı 2007 yılında Sean Penn tarafından çekildi. Christopher McCandless'ı 'Milk' (2008) filminden de tanıdığımız Emile Hirch Canlandırdı.

  Mayıs 1990'da tarih ve antropoloji bölümünden mezun olan Chris'e yüksek lisans eğitimi için 25.000 dolar verilir.Çoğumuzun aksine Chris henüz 22 yaşındayken içinde yaşadığı toplumun kirlenmiş ve doğallıktan uzak olduğunu anlar ve uzun zamandır sahip olduğu düşüncelirini eyleme dönüştürmeye karar verir. Sahip olduğu 25.000 doları bağışlayarak evinden ayrılan Chris kendisine Alexander Supertramp adını verir. Arkasında sadece bir mektup bırakarak uzun bir yolculuğa çıkan Chris arabasını bir doğal afette kaybederek yolculuğuna otostop çekerek devam eder. Gittiği yerlerde yeni insanlarla tanışarak hepsinin üstünde iz bırakan Chris'in son yolculuğu Alaska'ya olmuştur. Burada avlanarak hayatını sürdürmeye çalışır. Suyun yükselmesiyle nehirin diğer tarafında kalan Chris için hayat gitgide zorlaşmaya başlar ve etrafa yardım notları bırakır. En sonunda yaşamını yitiren Christopher McCandless'ın cansız bedeni 6 eylül 1992'de bulunduğunda 30 kg olarak tartılmıştır.

Kişisel


  Öncelikle hayatı maddi şeylere sahip olma çabasıyla geçiren 'önyargısız' insanlara şok etkisi yaratabilicek ve 'ne yapıyorum ulan ben' dedirtebilecek bir film. Tabii bu tarz ve aynı zamanda önyargılı arkadaşlar için bu filmi izlemek hem zaman kaybı olur, hem de filme saygısızlık olur. Özellikle restoranın dışındayken Chris'in içeriye bakıp gördükleri ve hissettikleri beni çok etkiledi. Bu hikaye tam anlamıyla toplumumuzun bu denli bir güzelliğe adapte olamayıp onu bir mikrop gibi dışarı atışıdır. Ayrıca filmin soundtracklerine ayrı bir parantez açmak istiyorum. Pearl Jam'in solisti Eddie Vedder filmin hikayesine yakışır güzellikte bir albüm yapmış şiddetle tavsiye ediyorum.