26 Şubat 2015 Perşembe

The Fault in Our Stars - 2014

 


   Film Türü: Drama, Duygusal.
   Film Süresi: 126 Dk.


   John Green'in dördüncü romanı olan The Fault in Our Stars, 2014 yılında, Stuck in Love gibi başarılı bir filmin yönetmeni olan Josh Boone  tarafından beyaz perdeye uyarlandı. Trajikomik olarak 'Aynı Yıldızın Altında' olarak Türkçe'ye çevirilen filmin başrollerinde Shailene Woodley (Divergent, The Spectacular Now), Ansel Elgort (Divergent) ve Willem Defoe (Antichrist, Existenz, The Last Temptation of Christ, The English Patient) oynamaktadır. Hikayenin ana konusu insanın kusuru üzerinedir, lütfen filmi izlerken bunu aklınızdan çıkartıp, filmi 80'ler türk filmine çevirmeyin. Bu bölümden sonrası spoiler içerir, izledikten sonra okumanızı tavsiye ediyorum.

   Filmin başında her şeyin tozpembe olmadığı vurgulandığında, farklı bir şeyler geliyor diye umutlandım. Kitabını da okumamıştım ve aldığım olumlu eleştiriler beni daha da heyecanlandırdı. Sevgililerin hasta olduklarını biliyordum ama içimden bir ses - daha fazlası var bu filmde - diyordu. Dakikalar ilerledikçe hayal kırıklığına uğramaya başladım. İlk görüşte aşk.. Ciddi olamazsınız ! Bilgi ağacından yediği elmanın suyu henüz ağzında olan iki insandan ne görmemiz isteniyor ? İnsanın zayıflıkları mı ? Evet gayet net görünüyor, ancak bunun için bir filme gerek yok, her yerde bunu görebilmemiz mevcut. İnsanın ihtiyaçları mı ? Bir nevi bu konuya güzel bir vurgu görebildim bazı yerlerde. Herkesin varlık ihtiyacını başka birinden başka bir şekilde karşıladığını çoğu filmde olduğu gibi burda da görebiliyoruz, ancak dediğim gibi vurgu olarak güzel birkaç yer var. Kızının ölmek üzere olduğunu düşünen annenin anneliğini kaybetme korkusu, gerçekten hayatta sabit bir haz duyabileceğinin hayaliyle yaşayan bir çocuğun unutulma korkusu. Ve o, Van Houten; umutların tükendiği anda, beşinci günün şafağındaki Gandalf gibi geliyor. Felsefik rollerde görmeye alıştığımız Willem Defoe bu sefer de küçük yaşta kızını kaybetmiş bir yazar rolüyle karşımızda. Varlığını bağladığı baba rolünü kaybetmiş ve eksikliğin farkında, hiçbir zaman tam olamayacağının. -Her hücre başka bir hücreden oluşur- cümlesiyle anlatmaya çalışıyor derdini ancak bu da naif bir çaba olarak kalmaya mahkum. Rol yaptığının farkına vardığı an nefret duyuyor, tiksiniyor maskesinden, doğal davranıyor artık ama diğerlerinin tabuları hala çok sağlam. Van Houten'den duyacakları her söz, Xerxes'in yanağındaki kana tepkisi gibi olacak.

   Van Houten filme biraz anlam getiriyor, Gus gerçekten istediği gökkuşağını görmek için ıslanması gerektiğini anlıyor ve seçimleriyle barışıyor. Van Houten aracılığıyla Hazel'a bıraktığı mektupta da unutulma korkusunu yenmiş, hiçliği boyunca varlığın tadına olabildiğince varmış bir insan olduğunun farkında olarak diyor ki: "incinip incinmeyeceğimize dair tercih yapma hakkına sahip değiliz ancak bizi kimin inciteceğini seçebiliriz, ben seçimlerimi seviyorum.".



 
   Çoğunuz rollerine ortak payda bulacak ve filmi çok sevecek, doya doya ağlayacak, bir süreliğine hiçliğini doyuracak ve Van Houten'e öfke kusacaksınız. Kalanınız ise amor-fati dövmesi yaptırıp hayatına devam edecek. Beğenmeyecek insan olduğunu düşünmüyorum, ya çok beğenilir ya da vasatın üstü kabul edilir düşüncesindeyim. Ben sıradan aşk filmlerinin üzerinde, güzel film kategorisinin altında buldum. Ağlayıp zırlamadan izleyen varsa fikirlerini okumak ya da dinlemek isterim.






Bu Filmi Beğendiyseniz




20 Şubat 2015 Cuma

SEVGİ ÜZERİNE






    Ne olduğumuzun bilincinde değiliz genelde, kendimize ne olduğumuzu sormayı bile bıraktık, çok büyük bir isimle tabulaştırdık onu. Bu soruyu sormayı bıraktık ama, cevabını almak için eylemeyi bırakmadık, bırakamayız... Çünkü biz, yaptıklarımızız, hiçbir şey yapmazsak yokuz, yok olma kaygısı ile yaşıyoruz. Nasıl varız ? Başka şeylerde, başkalarında varız; İrfan kim ? Sen söyle ! İrfan, benim elimden okudukların, benim ağzımdan duydukların, benim bedenimle yaptıklarım.

   Beni seviyor musun? Evet diyenler, size söylüyorum: Beni sevdiğini söylüyorsun, çünkü bendeki sen, sendeki sen gibi sen. Bende ne kadar büyük miktar sen oluşturduysan, benim yanımda o kadar mutlusun-kaygısızsın! Sen, bende sorunun cevabını alıyorsun. Ama gelelim probleme, bendeki seni sen oluşturmuş olabilirsin, ama o senin değil! 

   Hayır diyenler, size söyleyeceklerimi az çok tahmin ettiniz sanırım. Benden kaygı duyuyorsunuz, çünkü bende sen yok, sen benimleyken var değilsin. Serbestsin, bende istediğin gibi kendini oluşturabilirsin, korkma.. Ama ikinizden de bir isteğim var, beni sevmeyin ! Bendeki sen hala var korkma, onun yapısı da senin elinde, sen birşey yapmadığın müddetçe sen aynı kalacaksın ve benimle olduğunda aynı şeyleri hissedeceksin. Ama bu sevgi değil ! Sevgi, değiştirilerek mükemmelleştirilebilir ! 
   
   Bendeki istediğin sene sahip olmaktır sevgi ! Ben parçalarına sahip olmaya çalışmanın bedelini bilir misin ? Sevginin terslik katsayılarının farkında mısın ? Kıskançlık, öfke, kibir ! Öfke ancak başkalarından (ya da başka şeylerden) duyduğun kaygıyı inkar etme cesaretidir. Sevgi ve nefret el eledir; nefret en azından dürüsttür, sevgi ise melek yüzlü şeytan !! Sahip olma hiçbir şeye, zaten istesen de olamazsın ! Sen!  Ancak yaşarken ölürsen varsın !