Film Süresi : 96 dk.
Film Türü : Bilim-Kurgu,Duygusal,Drama
Çok büyük bir hayranı olduğum Darren Aronofsky (Pi, Requiem for a Dream, Black Swan) tarafından yazılan ve yönetilen The Fountain'in çekimlerine 2002 yılında başlandı. Başrol oyuncuları olarak belirlenen Brad Pitt (Fight Club, Inglorious Bastards, Joe Black) ve Cate Blanchett'in (Lord of The Rings, Blue Jasmine, The Curious Case of Benjamin Button) ayrılmasıyla çekimler durduruldu. Warner Bros daha önce 70 milyon $ olarak belirlediği bütçeyi 35 milyon $ a düşürdü. 2005 yılında Hugh Jackman (The Prestige, Wolverine, Les Misérables) ve Rachel Weisz (Constantine, The Mummy, Sunshine) ile anlaşılmasıyla birlikte çekimlere yeniden başlandı. 2006 yılında vizyona giren The Fountain hasılat olarak hayal kırıklığı yaratsa da, beni kendine hayran bıraktığı gibi birçok izleyiciyi de etkilemiş olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle bir kere izleyip, üzerinde kısa bir yorum yapıp bırakamayacağınız bir film The Fountain.
Film bize Tevrat'ın 1. Bölümü olan 'Yaratılış' tan bir ayet vererek başlıyor. Diğer kitaplarda da nerdeyse aynı olan bu ayette Adem'in yasak meyveden yiyip Havva ile beraber Aden Bahçesi'nden kovulması ve Tanrı'nın hayat ağacını korumak için bahçeye alevli bir kılıç yerleştirmesinden bahsedilir.
Tom (Hugh Jackman), ölümün de bir hastalık olduğunu ve tedavisinin bir gün bulunup sonsuz yaşama kavuşulabileceğini düşünen bir doktordur. Kanser hastası eşi Isabel (Rachel Weisz) ise sonsuzluğun ancak ölümle bulunabileceğini düşünmektedir. Ölümün yavaş yavaş yaklaştığını hisseden Isabel, kocasından 'The Fountain' adını verdiği kitabını bitirmesini ister.
Kitap 16. yüzyılda papalık tarafından tehdit edilen bir İspanya'da, günümüzde ve 26. yüzyılda geçmektedir. 16. yüzyılda Tomas (Hugh Jackman) kraliçe Isabella'nın (Rachel Weisz) isteği üzerine yaşam ağacını aramaya koyulur. 26. yüzyıla kadar uzanan bu yolculuk, Mayaların inancına göre ölümün sonsuzluğa kavuştuğu Xibalba'ya kadar sürecek ve ortak bir gerçeklikte son bulacaktır.
Kişisel
(Bu bölüm spoiler içerir) Darren Aronofsky, Pi filminde de olduğu gibi, hayata dair teorilerini çok güzel metaforlarla açıklamış. Eski Ahit'ten yaratılış bölümünü alıp, mayaların Xibalba inancı metaforuyla Big Bang Teorisi'ne bağlayan Aronofsky, bunu Hinduizm inancındaki 'insan ile Tanrı'nın bir olduğu şuuru' ile filme aktarmış. Tom'un aydınlanma yaşayarak ölümün sonsuzluğa giden yol olduğunu kavrayıp, kendi parçalarından yeni bir yaşama hayat verdiğini unutmayalım. Bütün bunları göz önüne alırsak Aronofsky'nin eski ve yeni, bütün yaşam teorilerini yakından takip eden bir teist olduğunu düşünebiliriz.
Günümüzde bilim adamları, bilgisayarları bilince ulaştırma, insan yaratılışı, ölümsüzlük gibi kavramları araştırmaktadır. Tom'un bilim adamlarını, Isabel'in ise Aronofsky'yi simgelediğini düşünüyorum.
Film boyunca Isabel, Tom'a sürekli 'finish it' derken kitabın nasıl bitmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Aronofsky'nin de ısrarla vurguladığı şey; filmin başındaki ateşten kılıcı olan bahçe koruyucusunun söylediği ve Tom'un da filmin sonunda farkına vardığı gibi, ölümün sonsuzluğa giden tek yol olduğudur.
Bilim-kurgu kısmını bir kenara bırakırsak, Isabel'de ölümü kabullenmenin verdiği huzurla, dünyadaki güzellikleri kaybedecek olmanın verdiği korkuyu birarada görmek baya bir içimize dokunuyor. Filmin geçtiği üç zamanda da sonsuzluğa ulaşma çabasındaki anahtarın aşk olduğunu da unutmayalım. Tabii bana göre filmin en zor anı; Tom'un en sonunda, uzun zamandır aradığı cevabın ölümde olduğunu anladığı ve Xibalba'ya ulaştığı andı. 'Death is the road to awe' isimli parçanın son bir dakikasında gözlerinizi kapatıp, bu sahneyi tekrar tekrar yaşayacaksınız.
Darren Aronofsky'nin diğer filmlerinde olduğu, gibi bu muhteşem soundtrackler Clint Mansell'e ait. Bilmeyen varsa, kendisi yine bir Aronofsky filmi olan Requiem for a Dream'in meşhur müziklerini yapan kişidir. 'Requiem for a Dream'i izlemedim' daha diyorsanız kesin izlemenizi, 'izledim ve sıkılıp kapattım' diyorsanız da kendinizi tokatlamanızı tavsiye ediyor, iyi seyirler diliyorum.
Günümüzde bilim adamları, bilgisayarları bilince ulaştırma, insan yaratılışı, ölümsüzlük gibi kavramları araştırmaktadır. Tom'un bilim adamlarını, Isabel'in ise Aronofsky'yi simgelediğini düşünüyorum.
Film boyunca Isabel, Tom'a sürekli 'finish it' derken kitabın nasıl bitmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Aronofsky'nin de ısrarla vurguladığı şey; filmin başındaki ateşten kılıcı olan bahçe koruyucusunun söylediği ve Tom'un da filmin sonunda farkına vardığı gibi, ölümün sonsuzluğa giden tek yol olduğudur.
Bilim-kurgu kısmını bir kenara bırakırsak, Isabel'de ölümü kabullenmenin verdiği huzurla, dünyadaki güzellikleri kaybedecek olmanın verdiği korkuyu birarada görmek baya bir içimize dokunuyor. Filmin geçtiği üç zamanda da sonsuzluğa ulaşma çabasındaki anahtarın aşk olduğunu da unutmayalım. Tabii bana göre filmin en zor anı; Tom'un en sonunda, uzun zamandır aradığı cevabın ölümde olduğunu anladığı ve Xibalba'ya ulaştığı andı. 'Death is the road to awe' isimli parçanın son bir dakikasında gözlerinizi kapatıp, bu sahneyi tekrar tekrar yaşayacaksınız.
Darren Aronofsky'nin diğer filmlerinde olduğu, gibi bu muhteşem soundtrackler Clint Mansell'e ait. Bilmeyen varsa, kendisi yine bir Aronofsky filmi olan Requiem for a Dream'in meşhur müziklerini yapan kişidir. 'Requiem for a Dream'i izlemedim' daha diyorsanız kesin izlemenizi, 'izledim ve sıkılıp kapattım' diyorsanız da kendinizi tokatlamanızı tavsiye ediyor, iyi seyirler diliyorum.
Bu Filmi Beğenenler İçin
- Pi - |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder